30 Ekim 2008 Perşembe

Gümüşsuyu'ndan anlatacaklarım var:

22 Ekim 2008 Çarşamba

21 Ekim 2008 Salı

21 Ekim 2008
Rüyamda gençlik günlerindeyim. Ev arıyorum kendime harıl harıl. Küçük, rutubetli odalar gösteriyorlar bana. Sonra iki ayrı evim olduğunu hatırlayıp, seviniyorum. Evlerden birini o sırada ev arayan Cüneyt Özdemir'e veriyorum rutubetli odalardan kurtulması için. Ferah aydınlık bir rüya idi gördüğüm. Dün ile bu günü aynı anda yaşıyordum rüya boyunca. A.H.Tanpınar'ın zaman şiiri gibi bir çok güzel bir his içindeydim.
Gece huzursuz yatmıştım soğuk algınlığından dolayı. İyileşmiş olarak uyandığım için seviniyorum. Kahvemi hazırlarken sabah ezanı yükseliyor Ayazpaşa Camiinden.
Kahvemi içerken o caminn yanıbaşındaki park otel geliyor gözlerimin önüne. 1960lı yıllarda otelin önünde bir pastahane olduğunu hatırlıyorum. Bastonlu, yaşlı kişiler oturuyorlardı yakın masalardan birinde. Park otelde iki tek atmış, üzerine kahve içiyor olmalıydıllar. Çakır keyf konuşuyorlardı aralarında. Ellerindeki bastonları yere vurarak inatlaşıyorlardı tarihi roman üzerine tartışırken. "Mubalaga yapıyorsunuz romanda efendim!" diyordu biri ötekine. Yaşlılardan biri: "Balzac okumuşluğunuz bile yok sizin." diyordu. O masadakiler gibi yaşlı bir garson hizmet ediyordu pastahanede.
Park Otelin lobisinden geçtikten sonra uzun bir balkona çıkıldığını biliyorum.
Üsküdardan, Topkapı sarayına kadar çevrelenen bir İstanbul panoroması açılıyordu otelin uzun balkonunda. İlk gördüğümde gözlerime inanamamıştım. Bir Cumartesi günüydü. Marmaranın turkuvaz mavisi gözlerimi serinletiyordu. Temmuz günü püfür püfür esen Boğaz rüzgarı ayrıca. Orada limon suyu ile buzlu Tekel votkası içmiştim bir duble. Cennet gibi, denir ya işte öyle bir dünya başlamıştı. Küçücük şehir hatları vapurları gidip geliyorlardı denizde. Bacalarından çıkan dumanlar güneşi bile örtüyordu zaman zaman. Denizin mavisinde kırık ayna parçacıkları toplaşıp dağılıyor gibiydi. Gün maviye, eflatuna dönüşüyordu. Taze su, deniz kokusu havada. Hayalimden resmini yapmaya bile başlamıştım Boğazın. Ön planda Cihangir Camii'nin kubbesi, fonda Tarihi Yarımada. Şu an bile o balkonda , o gündeyim sanki. Ama itraf edeyim, oradan ayrılırken bir duble Tekel votkasına avuç dolusu dolusu para ödeyince sarsılmıştım. Orhan Boran ile Doğan Nadi amerikan bara yaslanmış buzlu bardaklarla viski içiyorlardı. Ama gerçekten hak ediyorlardı bunu. Nükteleri, mizah zekaları seçkindi ikisinin de.
Sonra Park otele bir daha hiç gidemedim. Bir gün onu da yıktılar gitti.