20 Şubat 2009 Cuma

1952 yılında babam Ankara'nın Atıf bay mahallesinde ahşap bir kasaba evinin yarısını satın almıştı. Evimiz İhsan Sungu İlkokulunun hemen karşısındaki bir yamaçtaydı.Evi satın aldığımız marangoz İbrahim efendi yetmiş yaşlarında zayıf, titrek bir adamdı. Ankara'ya Beypazarı kasabasından gelmişti. Nine dediğimiz yaşlı karısıyla evin öbür yarısında oturuyordu. İbrahim efendi Sakarya savaşına katılmıştı. Evinin bahçsindeki kırık dökük marangoz tezgahında mutfaklar için küçük tel dolapları yapıp İsmet Paşa pazarında satardı. O zamanlar hemen hiç bir evde buz dolabı yoktu.Bakkallarda, kasaplarda da soğutucu bulunmazdı. Beypazarlı İbrahim Usta, el rendesi ile çam tahtalarını düzeltirken ortalık mis gibi çıra kokardı. İbrahim efendinin keyfi yerindeyse Yunanlılarla Sakaryada nasıl savaştıklarını, mısır koçanını değirmende öğütüp ekmek yaptıklarını anlatırdı. Bir kaç yıl sonra İbrahim Usta oturduğu evi Sivaslı bir PTT hat döşeme çavuşuna satıp, Beypazarına gitti. Yeni komşularımızın Yüksel adında bir oğlan çocukları vardı.Yükselin ablasının adı Meliha idi. Genç kız PTT'nin şehirler arası santıralinde çalışırdı. Yüksel, Ulus semtindeki Erkek Sanat Okulunda okuyordu. Çok uyumlu, arkadaş canlısı bir çocuktu Yüksel. Yardım etmeyi, paylaşmayı severdi. Annesi Mevhibe hanım da uysal, güler yüzlü hatırşinast bir kadındı.Saçları bembeyazdı Mevhibe hanımın. Gazi Lisesine başladığım
zaman aynı semte olan okullarımıza sabahları Yüksel ile beraber giderdim.Yüksel, Ulus'taki orta sanattan sonra o zamanlar uzak bir semt olan Gazi mahallesindeki Erkek teknik okuluna gitmeye başladı.Bizim de keyifli yol arkadaşlığımız bitti. Yüksel çok sıcak kanlı sosyal bir çocuktu. Yaz tatillerinde bir işe çırak girer çalışırdı. Ben de ondan heveslenerek MTA kurumunun matbaasında, mücellithanede çalışmıştım. Onunla birlikte gazete, gazoz, ciklet sattım. Fevkalade dürüst bir çocuktu Yüksel .Ortak iş yaptığımız zamanlar benim payımı hep yüksek tutardı. O yıllarda Kalaba semtinde bir havuz vardı. Küçük bir parkın süs havuzuydu bu. Semtin çocukları yaz sıcağında o havuza donlarıyla doluşurlardı. Biz de mahalleden bir kaç çocukla gider suya atlardık. Yüksel telefon hat çavuşu olan babası Akçakoca'da hat çekerken yanına gitmiş, karadenizde yüzmeyi öğrenmişti. Kalaba semtindeki o küçük havuzda Yüksel de bana öğretmişti yüzmeyi. Yıllar sonra İstanbul Bostancı plajında ilk defa denize girmiş ve aslanlar gibi yüzüp geçmiştim. Yüksel'in arkadaşlığını unutamam. Yeri gelmişken hemen not edeyim. 1998 yılında
benim "Kendi Gökkubbemiz" oyunumla bursa Devlet Tiyatrosuna turne yapmıştım. Yüksel tam
kırk yıl sonra çıkıp gelmişti tiyatroya. Daha uzaktan görür görmez tanıdım.Karısı da yanındaydı.
Almanya da otuz yıl tekniker olarak çalışmış, emekli olmuştu. Temsili seyrettikten sonra beni evlerine götürdüler.Koyu bir Alaman Sosyalist Partisi üyesi idi Yüksel. Politika konuştu durdu.
Benden reaksiyon alamayınca bel ki bozuldu da. Ama ben onun o çocukluk arkadaşlığını hiç ama hiç unutamadım.
Yine Atıfbey mahallesindeki eve dönüyorum.İki katlı, ama derme çatma bir evdi burası. Çok güzel günler yaşadık o evde. Evin önündeki boş arsaya ağaçlar diktik.Tavuk kümesleri yapıp,cins tavuklar yetiştirdik. Sayısız kedi köpek baktık. Kışın kızak kaydık. Ben konservatuara yatılı öğrenci olarak girmiştim. Yükseller, Anıttepe'de aldıkları bir apartman katına taşınmışlardı .Bir yıl sonra bizimkiler de Kocatepede aldıkarı bir apartman dairesine taşındılar. Bok vardı apartman dairelerinde. O yeni evden hiç hazzetmemiştim. Kısa bi zaman sonra annem ,o sağlıklı kadın birden hastalandı. Ben yatılı olduğum için çok az kalabiliyordum yanında. Annemin kanser olduğunu saklamışlardı benden. Yedeksubayda iken 17 kasımda 1971 kaybettim annemi.
27 mayıs darbesi sırasında Ayıf Bey mahallesindeki evdeydik henüz. 27 mayıs sabahı babam ağabeyimle beni uyandırdı. Radyoyu açın dedi. Ağabeyim evin lambalı Phlips radyosunu sürekli söker takardı.Onun için her el attığımızda çalışmazdı radyo. Babam Üniversiteden ya da eski subay arkadaşlarından bir şeyler duymuş olacak ki, gün doğmadan bize radyoyu açtırıyordu. Uyku sersemi kalktık, açtık radyoyu. O yıllarda radyo gece 24 de kapanırdı. Radyo da ses yoktu. Ama ağabeyim verici radyo istasyonun çalıştığını söyledi. Evet ,yayına hazırlanan bir dip sesi vardı radyoda. Derken Harbiye Marşı yükseldi radyodan. Ardından Alpaslan Türkeş'in kalın ,çatallı sesi duyuldu. "Muhterem vatandaşlarım.Bu andan itibaren TSK elele vererek idareye el koymuştur." Ağabeyimle ben evin alt katında yatıyorduk. Bir kaç basamak taş merdivenle iniliyordu alt kata. Baktım, babam taş basmaklara oturmuş göz yaşlarını siliyordu. Ben hemen bitişiğizdeki Yüksellerin evini uyandırıp radyoyu açmalarını söyledim. Yüksel ise bütün mahalleyi uyandırıp İhtilali duyurdu.
Gazi lisesi bitmişti. Bir yaz günü ağabeyimin Tıp Fakültesinde okuyan arkadaşı Muzaffer, elinde pırıl pırıl bir valiz çantayla biz egeldi. Valizin parlak kilidini ve kapağını açtı. Kahvaltı tabağı büyüklüğünde karşılıklı iki yassı, şeffaf makara çıkyı ortaya. Nedir bu?"Teyp" dedi Muzaffer. Ses kayıt makinesi. Sırayla hepimizin seslerini kaydetti. Dinletti bir bir. Gülmekten kırılıyorduk teypten gelen sesleri duydukça. ben en sona kalmıştım. Ben de sabun muhafazasına benzeyen mikrofanakonuştum. Makarayı başa alıp dinletince herkes şaşırdı kaldı. Ulan radyo gibi konuşuyordun sen. Hele bir daha konuş, şu şiiri de oku. "Vallahi Ankara radyosu gibi" O günün
hayatımın bir dönüm noktası olacağını nereden bilirdim. Sonraki zamanlarda ben kısa radyo oyunları yazacak, Atıfbey'in gençleriyle oyunu mikrofonda temsil edecek;Muzaffer'in valiz teypi ile kaydedip, mahalli bir radyo olan meteoroloji radyosunda bir yaz boyu pazar sabahları yayınlatacaktım.Bir yıl sonra da Konservatuar Tiyatro bölümü öğrencisi olacaktım.

Hiç yorum yok: