14 Ocak 2009 Çarşamba

1970li yılların başlarında, soğuk Mart ayı bir türlü çıkıp gitmiyordu. Ankara'da bir pazar sabahı Radyo binasından çıkıyorum. O günlerde trt eğitim programları hazırlıyordu yaygın eğitim için. Bizi bu yüzden sabahın köründe çağırıyorlardı radyoya.Renkli ispirtoyla basılmış teksir kağıtlarını müzik ve efekt desteğiyle sayfalar dolusu okuyorduk. Karşılık olarak bir iki ay sonra kırık dökük bir kaç lira alabiliyorduk. Öte yandan Türkiye'de "enfilasyon"
kelimesi yeni yeni telaffuz ediliyor, ama ne demek olduğu henüz bilinmiyor. Her neyse, Radyo evinin gürül gürül yanan kaloriferli ortamından çıkıp, Mart ayının cam gibi soğuna çıkıyorum. Soğuk bir anda bıçak gibi kesiyor yüzümü. O günlerde taksiye binmek gibi bir lüksümüz yok. Döküntü Belediye otobüsleri ise böyle havalarda mazotları donduğundan çalışmıyor. Ya da çok seyrek geçtikleri için tesadüfe bağlı biniliyordu. Bu durumda Sıhhiye parkına ,oradan da Kızılay meydanına yürümek gerekiyordu. Radyo binasından çıkarken kulaklarımda Fındıkkıran üvetürünün o ünlü melodisi vardı. Özellikle kornoların ön planda olduğu cümleler. Stüdyo kaydı sırasında sahne geçişlerini Fındıkkıran'la yapmış olmalı tonmayster Ertuğrul İmer. Ankaranın cam gibi mart ayı soğuğu ve Çaykovski'nin o lirik müzik cümleleri. Atatürk bulvarı boyunca her solukta duyduğum çivi gibi buz kokusu. O sırada belki de ısınmak isteğiyle canım buharları tüten sosisli sandviçe kaydı. Rus salatası bol acı hardal ve sıcacık sosis. O yıllarda Büyük sinemanın altındaki küçücük bir dükkanda Goralı adında, şişman güler yüzlü bir adam tanıtmıştı sosisli sandviçi Ankara'ya. Dükkan çok dar olduğu için dışarda yenirdi kağıda sarılı sandviçler. Sıcak sosisili sandviçi yerken buharlar fışkırırdı ağzımızdan burnumuzdan. Ama o yıllarda bir tane Goralı sandviç yemek bile lükstü Ankara'da. Göze zor alınan bir fedakarlıktı. Evet, öyleydi. Ama ben kararlıydım bir kilometre yürüdükten sonra Goralı'da o koyu hardallı sandviçi buharına gömülerek yiyecektim. Ama Goralı'nın camları buğulu dükkanına bir kaç adım kala vaz geçtim bu hovardalıktan. Evde üç aylık bir kızım vardı.Ve bir gün önce Apta maması almak için eczaneye girdiğimde mamaya zam geldiğini öğrenmiş, beynimden vurulmuştum. Cebimdeki para çıkışmamıştı zamlı mama için. Neyse ki bakkal Nusret vardı. Radyoda oynadığım tarihi piyeslere bayılırdı bakkal Nusret. Gece seni dinledim derdi. O ne ses be, muhteşemsin sen be. Nusretten bir kaç lira alarak eczaneye gittim. Zaten Nusretin bakkal defterinde iki ay öncesinden biriken şişe sütü, ekmek, sigara ve şarap hesabım vardı.
Bu gün 16 Ocak 2009. Gece televizyonda Fındıkkıran balesini izlerken uyuya kalmışım. Sıcacık oturma odasında Ankara'nın o buz kokan havasını nasıl doya doya soluklandım bilmiyorum.

Hiç yorum yok: