24 Ocak 2009 Cumartesi

Neden beşiktaş:


1971 yılının sonbaharı idi. O günkü adı 'Kültür Sarayı' olan bu günkü Atatürk Kültür Merkezinde iki ayrı oyun sahneleniyordu. Bunlardan biri 'Cadı kazanı', öbürü ise 'IV. Murat' idi. O yıllarda Turizm Bankasının işlettiği Taksim'deki, 'Dilson oteli' inde kalıyorduk. Mütevazı maaşlarımızın yanına turne harcırahı eklenince İstanbul'da rahat bir soluk alıyorduk. Mesela haftada bir kaç gün Hacı Salih lokantasında yemek yiyebiliyor, Çiçek Pasajında patlayıncaya kadar bira içebiliyorduk. Rakı sofraları bütçemizi aşan bir keyfiyetti. İşte böyle günlerden birinde Tiyatro ile Bale arasında bir futbol maçı düzenlendi. Bana Ankara Konservatuar'ı takımında olduğu gibi kaleci olarak yer verilmişti takımda. Hiç unutmam bir Pazar günü ODTÜ ile yaptığımız maçta iki

penaltı vuruşunu kurtarmış,maçın berabere bitmesini sağlamıştım. Dört yıl sonra kaleci olarak görevlendirilmemde o günlerin etkisi olmalıydı.

Futbol karşılaşması bu gün Çırağan oteli olan Beşıktaşın Şeref Stadında olacaktı. Şeref Stadı yanık Çırağan sarayının yangın yeri olan arsasına tahta türübünlerle kurulmuştu. Çamur deryası bir yerdi. Maçı ünlü Galatasaraylı futbolcu Gündüz Kılıç'ın kardeşi Gürbüz Kılıç organize etmişti.Dilson otelinin müdürlüğünü de yapan Gürbüz Kılıç, adına layık aşırı kilolu toparlacık bir zattı. Maçın hakemliğini de o yapacaktı. Zannediyorum onun organizasyonu sonucu Devlet Balesi takımına Vefa Sporun yeşil-beyaz forması, Devlet Tiyatrosuna da siyah-beyaz Beşiktaş forması uygun görülmüştü. Sonunda Kasım ayının bir Çarşamba günü öğleden sonra formalarımızı giyip
Şeref stadına çıktık. Seyircilerimiz, Balerinler ve Tiyatroculardı. Tercüman gazetesinin İnci adlı magazin ekinin muhabirleri de maçı izleyeceklerdi. Durmadan fotoğraf flaşları patlıyor, heyecanımız yükseliyordu. Ben 1958 de Beşiktaşı Anakara da seyretmiştim. Hacettepe ile Türkiye kupası için karşılaşıyorlardı.Kaleci Necmi idi. Kedi kaleci idi lakabı Necmi'nin. Gerçekten çok supleksli bir kaleciydi. Hava da yön değitirdiğine bizzat tanık olmuştum. Ünlü Recep Adanır
da takım kaptanıydı. Şimdi ben Necmi'nin uçtuğu, mucizeler yarattığı kaleyi koruyacaktım. Sonuçta Gürbüz Kılıç'ın biz tiyatrocuları fena halde kollamasıyla maç berabere bitti. Ama ben kaderin bir cilvesi olarak bir penaltı vuruşunu uçarak kurtarmış, Konservatuardaki efsanemi Şeref stadında da sürdürmüştüm. Maçtan sonra Beşiktaş hamamnına gitmiştik kulaklarımızın içine kadar dolan çamurdan arınmak için. Tellak bana hangi takımı tuttuğumu sorunca terddüt etmeden Beşiktaş demiştim. Oysa çocukluğumdan beri Fenerbahçeliyim diyordum. Bu temel değişiklik birdenbire Beşiktaş hamamında olamamıştı elbet. Daha önceki yıllar yaz tatillerinde Can Gürzap ve Muammer Çıpa ile Kadıköy'de buluşurduk. Hatta, haftalarca onlarda misafir kaldığım olurdu. Mehmet Keskinoğlu'nun ailesi de misafir eder yatıya alıkoyarlardı.Mehmetlerin evi Kurbağalı Derede idi. Çevrem koyu fenerbahçeliydi. Böyle misafirliklerden birinde tanıştığım
Kadıköy sosyetesinden bir kız bizleri Moda deniz kulübüne, Büyük Kulübe davet ederdi. O atmosfer hiç bana göre değidi. Bulunduğum yerlerde sesimden hemen tanınıyor,televizyonu olmayan bir memlekette radyo yıldızı muamelesi görüyordum. Ama ben Fenerbahçeyi ve Fenerbahçeliliği hiç böyle hayal etmemiş düşünmemiştim. Benden çok uzak ve yabancı bir diyardı Fenerbahçe. Bu temel kırıklık ve yadsıma Beşiktaş Hamamın'da dile gelmişti. Benim yaşam iklimim güzelim Beşiktaştı. Beşiktaş'ın deniziydi, iskelesiydi, meydanıydı, meyhaneleriydi, çarşısı ve özellikle mütevazi hal hatır bilir insanlarıydı. Şimdi durup durup 'çok şükür Beşiktaşlıyım' diyorum.
tertemiz insanlarıydı.

Hiç yorum yok: