11 Şubat 2008 Pazartesi

1950 yılları Ankarası

Tiyatro ile daha sonraki tanışmam Ankara'da oldu.İlkokul dördüncü sınıftaydım.Ağabeyim ile birlikte Mandolin çalmaya heveslenmiştik.Bir mandolin alındı bize.İlk okul evimizin tam karşısındaydı .Hafta sonları mandolin kursuna gidip gelmeye başladık.Ama o inatçı çalgı ile ne ben ne de ağabeyim başa çıkabildi..Bütün gayretlerimizin sonu umutsuzca bir bezginlikti. Mandolinin telleri kopmaya penalar kaybolmaya başladı bir süre sonra.Sanki elimiz de büyüyor,canavarlaşıyordu bu sert sesli çalgı. Mandolin kursuna katılan öğrenci kalabalığının içinde çalıyormuş gibi yapmaktan bezmiştim.Bir gün ağabeyim mandolini kırmaya teşebbüs ettiyse de hafif bir çatlakla atlattı çalgı bu teşşebbüsü.Öylesine de sağlammış mandolinin ahşabı.bir gün mandolin kursuna gitmeyeceğimi söyledim anneme.Kızdı, söylendi annem. Ama ben evin önündeki geniş arsada top koşturmaya başlamıştım bile.Yaz tatilinin yaklaştığı günlerdi.Mandolin kursu öğretmeni Rıfat Akaltan okulun hademesini eve göndererek beni kursa çağırtmış.Kurs kılığımı giyinip,mandolin ile gelmemi ısrarla istiyordu.Konsere katılacakmışım.Kurs kılığı denilen şey, bol dikilmiş uzun kollu beyaz poplin gömlekti.Venedik gondolcularının çocuklarına benziyorduk bu dökümlü gömleklerle.Rifat Akaltan beni görünce çok mutlu oldu. Sonunda Mandolin kursu öğrencileri ellerimizde mandolinlerle yola koyulduk.O yıllarda Ankara'nın toplu taşım diye bir sorunu yoktu .Çünkü ne toplu, ne de tekli araç vardı Ankara'da.Yalnızca Bakanlılar semtini Dış kapı semtine bağlayan hat üzerinde troleybüs denilen elektrikli dört otobüs çalışıyordu.Şehrin doğusundaki Cebeci semtine de troleybüs hattı yeni bağlanmıştı.Mandolin kursu olarak konser vereceğimiz yer Evkaf Apartmanındaki Küçük Tiyatroymuş meğer.Atıf Bey semtinden Küçük tiyatroya yürümek büyük insanlar için bile az yol değidir.Yolun yarısında sızlanmaya başladığımızı ayak sürüdüğümüzü hatırlıyorum.Ama birden gök kararıp Ankara'nın ilk bahar sağnağı başlayınca küçücük canlarımızı mermer sütunlu bir yapıya, Küçük Tiyatroya koşarak atabilmiştik. Temsilin genel provası yapılıyordu sanırım.Sus pus uyarılarıyla karanlıkta kubbeli çok büyük bir salona oturttular bizi.Sahnede bir değirmen vardı.Ama gerçek bir değirmendi bu.Küçük penecerelerindenoluk gibi ışıklar sızıyor ve değirmen dönüyordu.Birden peri kızları, cinler belirdi değirmende.Akla ziyan bir oyun başladı.O güne kadar baleden hiç haberim olmamış. Cinler, peri kızları bale öğrencileriymiş meğer. Olağan üstü bir cin peri dansı vardı sahnede. Renk renk ışıklar düşüyordu dans edenlerin üzerine.Bir de orkestra eşliğinde bir şarkı"Biz ciniz ,biz ciniz yere göğe hakimiz." Gözlerime inanamıyordum.Heyecandan yüreğim kabarmış, soluğum kesilmişti. Binde bir görebileceğim bir rüya içindeydim.Dans bitiyor, konuşmalar başlıyordu.Pırıl pırıl bir konuşmaydı bu ,inci gibi denir ya.Her söylenen anlaşılıyor,daha ötelere, ta içimize işliyordu.Söylenen şarkılar da çok iyi bildiğim türkülerin uzak dağların arkasından sanki bir rüyadan yükselişi gibiydi. Oyunun adı"Perili Değirmen"miş. Sonradan öğrendiğime göre, devlet Tiyatrosunun çocuk bölümü ile bizim İhsan Sungu ilkokulu birlikte hazırlanmışlar. Bu bilgiye bu günkü bilgilerimi de eklersem büyük bir ihtimalle olan biten şu idi: İhsan Sungu İlkokulu Ankaranın en yoksul öğrencilerinin çoğunlukta olduğu bir okuldu.Okul aile birliği başkanı da Ünlü avukat Celal Dora idi.Başkanın adını bu kadar net hatırlamamın nedeni benim sınıf hocam Nebahat Dora'nın kocası olmasıdır sanıryorum.Celal Dora, vaktiyle Nazım Hikmetin de avukatlığını yapmıştı Harbokulu davasında.Çok üst derecede bir mason olduğunu çok yıllar sonra öğrenecektim. O tarihte Devlet tiyatrolarının başında Muhsin Ertuğrul vardı.Celal Dora ve Muhsin Ertuğrul birbirlerini kişisel olarak mutlaka tanıyor olmalılydılar . Tanımıyor olmasa bile Muhsin Ertuğrul'dan tiyatro için yardım isteyen yoksul bir okul onun gönlünde her şey demekti.Belli ki tiyatronun bütün imkanlarını seferber etmişti Muhsin Ertuğrul. Oyunu Ziya Demirel yönetmiş, orkestranın başında mandolin kursu öğretmenimizin ağabeyi Mithat Akaltan varmış.Dekoru da ünlü ressam Turgut Zaim düzenlemişmiş.Bir kaç gün sonra davetlilere temsil verildi. Madolin korosu temsilden önce perdenin önünde "Korkma sönmez"i çalıp söyledi Ben de kırk kadar mandolinin arasında çalıyormuş gibi yapan bir çocuktum.Ama ömrümün kırk yılını geçireceğim Tiyatro sahnesine ilk adımımı Küçük Tiyatroda atmış oluyordum.

Hiç yorum yok: