12 Şubat 2008 Salı

Beklenmedik bir olay.

1964 yılının Haziran ayının sonlarıydı.Derin bir sevda yaşıyordum.Okulun müzik bölümünde benden üç yaş küçük kemancı bir kız öğrenci vardı. Tipik bir İran güzeliydi kız. Necdet Remzi Atak'ın öğrencisi olarak konservatuarda İran hesabına okuyordu. DÜçüncü sınıftaydı.O yıllarda Rıza Şah Pehlevi'nin yıldızı doruklarda olmalıydı. İranlı öğrenciler dünyanın her yerinde Şah'ın hesabına okuyabiliyorlardı.Bu güzel İranlı ile tanışmam bir önceki öğrenim yılının sonunda okulun orta avlusundaki havuzun başında olmuştu. Yatılı öğrenciler olarak yemekhanede akşam yemeğini yemiş çıkmıştık.Asıl ders sınavlarını geçip geride bıraktığımız için hafiflemiştik.Okulun taş avlusunu mermer bir havuz serinletmekteydi.Avlunun üstündeki açık gökyüzünde bir kaç akşam yıldızı ışıyordu.Lisedeki edebiyat hocam Piraye Hanım, bir Ahmet haşim hayranıydı.Benim resim tutkum Ahmet Haşim'in şiiriyle öyle sine uyum içindeydi ki onun şiirlerini okurken resim yapıyor gibi olurdum."Bir acem bahçesi, bir seccade-Dolduran havzı ateşten bade-Ne kadar gamlı bu akşam vakti-Bakışın benzemiyor mutâde-" Tiyatro öğrencileri okulun her yerinde yüksek sesle konuşma,ezber yapma serbestliğine sahip olduğu için yüksek sesle okuyordum Haşimin şiirlerini.

"Denizlerden esen bu ince heva saçlarınla eğlensin-Bilsen-Melâl-i hasret-i gurbetle ufku şâma bakan bu yüzün bu hüznünle sen ne güzelsin." İranlı kemancı kız akşam alacasında beyaz giysiler içindeydi.Ve sanki saçlarını havuza dökmüştü. Sıra en büyülü şiirine gelmişti Ahmet Haşim'in. "Akşam yine akşam yine akşam. Bir sırma kemerdir suya baksam.Akşam yine akşam yine akşam göllerde bu dem bir kamış olsam".Sonra uzun bir yaz boyunca biribirimizden gizli birbirimizi özleyip

durduk.Eylülde,okullar açıldığında yine birbirimizi görüyor,ama birbirmizden kaçıyorduk.O yıllarda Mevlana Celladdin'in Divan-ı Kebiri ciltler halinde Milli eğitim yayınlarından çıkmaya başlamıştı.Daha önce 1950li yıllarda Mesnevi yayımlanmıştı.Ama ben mesnevinin uzun hikayelerinden bunalıyordum.Birinci cildini zar zor okuyabilmiştim.Mesnevi'de Şems-i Tebriziden pek söz edilmez. Zeka ve retorik ön plandadır.Divan ise Şems üzerine yazılmıştır baştan sona. Kor ateşten yakıcı bir aşk ocağıdır Diavan-ı kebir.Öğreticilikten uzak, son derece lirik ve şiir derinliği olan yüzlerce şiir yer almıştır Divanda. Mevlana'nın büyük şairliğini divanında fark etmişimdir.

Onun için Cellaleddin Rumi-yi hiç bir zaman bir mevlevi gibi sevemedim.Aşk ateşiyle yanan,evrene lavlar saçan,çatırdayan bir gök cismi gibidir benim için Cellaleddin.Bir gün yemekhanede İranlı kızın masasının yanından geçerken Divan-ı Kebirden bir dizeyi aslından, Farsça olarak okudum."Negof temed merov anca ki aşnat menem. Derin serab-ı fena çeşme-i hayat menem." Sonra yoluma devam ettim.Yemekhanenin merdivenlerini çıkarken bir el kuvvetle beni kendine çevirdi.İranlı kızdı bu. Yüz yüze geldik.Yüzünün kanı çekilmiş,solmuştu.Gözleri hızla yaş doluyordu.Tir tir titriyordu bir yandan.Birden kısık bir sesle"Sen beni öldürmek mi istiyorsun?" dedi.Sonra bana cevap verme fırsatı tanımadan koşarak uzaklaştı gitti.Bin pişman olmuştum,yaptığıma yapacağıma. Kimse fark etmemişti çevreden ama kendi gözümde rezil olmuştum kendime.Yerin dibine geçmiştim.Ne kepaze heriftim ben.Okulun dış bahçesine açılan geniş taş basamaklar vardı.Gittim basmakların okulun ışıklarından uzak bir yerine oturup bir sigara yaktım.Ağzımın tadı kaçmıştı .Sanki zehir tesiri yapıyordu güzelim Yeni Harman sigarası...Az sonra bir taş basmaklara bir gölgenin düştüğünü fark ettim.Dönüp baktım o idi.İranlı kız."Sigaran var mı" diyerek yaklaştı. İçimin birden boşaldığını eridiğimi hissettim."Sigara öldürür ama" dedim, Yeniharman paketini uzatırken. İranlı kız,yaktığım sigaradan derin bir nefes aldıktan sonra."Gerçekten öldürüyorsun beni "dedi. Ama ben onun o an ne demek istediğini anlamadım.Yine de bir hafta sona bir sabah vakti çok erken bir ssatte okuldan kaçarak Konya'ya Mevlana'yı ziyarete gittik.Okul idaresi İranlı kızın okuldan kaçtığını öğrenince İran konsolosluğuna bidiriyor durumu.Bak sen şu deyyusa, şu kahpeye.Konyadan dönüşümüz akşam yemeğinin sonrasına sarkmıştı.Zaten okula girer girmez kızlar muavini Neriman hanım tutuklarcasına alıp kızlar bölümüne götürüdü İranlı kızı.erkek muvin ise bana bir şey söylemekten çekindi nedense.Öbür gün okul çalkalanıyordu.İran konsolosluğunun ajanları geldi gitti.Acil olarak disiplin kurulu toplandı.Uzatmayayım muavin öğretmenler okuldan tart beklerken hiç cezasız, bir kaç kelime nasihatla salındık disiplin kurulundan.Kurulda Adnan Saygun adında bilge bir insan vardı. adanan saygunun isteği üzerine ben disiplin kurulunda Divanı Kebirinden ezberlediğim şiirleri eksiksiz okudum. İranlı kız da Farsçasını okumuş şiirlerini Celaleddin Rumu'nin, o akıllara durgunluk veren Farsçasından okumuş. Adnan Saygun, benim bölüm başkanım Mahir Canova'yı sonra da İranlı kızın keman öğretmeni Necdet remzi Atak'ı tebrik etmiş biz öğrencilerinden dolayı.Ben de İranlı kız da hemen derslerimize koştuk kaldığımız yerden devam etmek için. Bir şey daha var.O disiplin kurulunda o sene okula öğretmen olarak atanan genç Muammer Sun 'da vardı.O gün başlayan ağabey kardeşliğimiz hala sürmektedir.

Şimdi İstanbul'a, Haziran ayının sonlarına dönelim.



Hiç yorum yok: